Blogroll

31 Ekim 2014

Belki Ben Biraz Deliyim. Biraz mı? Hadi Ordan!



Belki de ben kurt kılığına girmiş babaanneyim. Kendi kendimi öldürmeyi başaramadığımdan kurdu kandırıp başkaları tarafından kurt sanılarak öldürülmeyi son çare bildim. Kurt kılığına girmiş babaannenin hayaletiyim. Ne korkunçlu ama!

Belki Rumpelstiltskin in sevdalısı olayım derken altınlarına gözümü diktim. Hani kimse para önemli değil demesin bana dürerim! Bazı bazı ben de materyalistim.

Belki de ben sindrella sendromlu külkedisiyim. ama henüz sindrellaya dönüşemedim. Prensimi bulamıyorum bebeyim! Ayakkabımı gidip gözüne soksam, bak bu benim, ben Sindrellayım, şimdi öyle gözükmeyebilirim ama hayatının aşkı benim, kaybedeyim deme sikerim! Öhm. diyemediğimden desem de anlaşılamadığımdan bu haldeyim. Nerede benim masal perim?

Belki Hansel ve Gretel'in katili cadı benim. Öyle bir yalnızlığa mahkum edilmişim ki karşıma çıkan ilk insanı nasıl seveceğimi bilmeden canından ettim. Çünkü bilirsin, sevmenin azı karar çoğu ölüm! Öyle herkesi her şeyinle sevemezsin. Sevemedim.


Belki iyi olduğumu sanarken kötü, kötüyüm ben diye korkarken iyiyim. Birileri olmaya çalışırken hani belki de hiç kimseyim. Masal karakterlerini bile çarpıtarak kendine oyun alanı yaratan biriyim. Bak bu daha korkunçlu işte! Kendi gerçeğimi kabullenemiyorum ben,çıkacak çivisi bile kalmayan bu düzen mi benim diyeceğim?

Tamam lan o kadar da fantastik değilim.


 Ne var? Sen çok mu normalsin?

26 Ekim 2014

Amelie Nothomb - Kara Sohbet

Bir iş görüşmesi için Paris'e gidecek olan Jerome Angust, uçağının gecikme yapmasıyla birlikte sıkıntıyla bir köşede oturup kitabını okumaya başlar. O sırada son derece sinir bozucu bir yabancı Jerome'u kendisi kadar sinir bozucu bir sohbete katılmaya zorlar, hiç susacak gibi de görünmüyordur. Ve böylece olaylar gelişir ( Ve sohbet gelişir demek daha doğru olacak sanıyorum. )

Kara Sohbet, Amelie Nothomb'un okuduğum ikinci kitabı ve kesinlikle son olmayacak. Takip edenlerim ve arkadaşlarım Nothomb'un Yağmuru Seven Çocuk kitabını ne kadar çok sevdiğimi bilir. Bu kitap da - onun yerini almayacak olsa da - aynı derecede başarılı. Aslında ikisi arasında anlatım ve üslup açısından dünyalar kadar fark var. Yağmuru Seven Çocuk ne kadar naif ve sevimli duygular bırakıyorsa Kara Sohbet de tam tersi bir rahatsızlık içinde geçiyor. Yazarın kim olduğunu bilmesem onun yazdığının farkına bile varmazdım sanırım. Hangi kitabı genel yazım tarzına daha çok yaklaşıyor bilmiyorum, belki de tüm kitapları birbirinden tamamen farklıdır, ki bu da yazdığı her şeyi ne olursa olsun okuyacağım gerçeğini pekiştiriyor sadece. Artık bu kadının kötü bir şey yazabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Evet, bu kadar hayranlık sadece iki kitapla!

Kitap hakkında olayın ilerleyişini yansıtabilecek ya da spoiler diye adlandırılabilecek  2 dönüm noktası var - ki ikisinde de sesli olarak 'Hass..' diye tepki vermişliğim söz konusu. Evet, çok terbiyesiz bir okuyucuyum, ne yapalım ^^ - kitabın okuyucuları tarafından Fight Clubvari bir sona sahip olduğu benzetmesinin yapılması da ne kadar şaşırtıcı bir son bekleyebileceğimiz konusunda bir ipucu. Bu dönüm noktası dışında tüm kitap, adından anlaşılabileceği üzere bir sohbetin içinde geçiyor. Ama dil o kadar kuvvetli - çevirmene buradan binlerce teşekkürler - sadece bir sohbet aracılığıyla yavaş yavaş işlenen ve okuyucuya yansıtılan karakterler o kadar başarılı ve kurgusu öyle yerinde ki.. Diyalog yazımının ne kadar zor bir iş olduğu düşünülürse, bir kitabı tamamen diyalog üzerine kurup altından başarıyla kalkabilmek benim için kitabı favorilerim arasına almama yeter de artar bile.

Bıraksam kendimi sabaha kadar öveceğim kitabı ama artık susuyor, sizi alıntılarla baş başa bırakıyorum. Nothomb okuyun, okutun. Pişman olmayacaksınız ^^


'' Okuyan insan, yani gerçekten okuyan insan, başka bir aleme geçer. ''

 '' - O halde Tanrı'nın var olduğuna yine de inanıyorsunuz?
  + Evet, sürekli hakaret ettiğime göre.
  - Neden hakaret ediyorsunuz?
 +Onu tepki vermeye zorlamak için. Ama işe yaramıyor. İnsanlar bile onun kadar sümsük değiller.  Tanrı duygusuzun teki. Görüyor musunuz? Bu kadar hakaret ediyorum, o ise ağzını bile açmıyor.
  - Ne yapsın istiyorsunuz? Üzerinize yıldırım mı yollasın?
 + Siz Zeus'la karıştırıyorsunuz, beyefendi.

'' Ölümde müstehcen bir taraf yoktur. ''

'' - Sizi öldürmesini mi istiyordunuz?
  +Evet, buna ihtiyacım vardı.
  - Siz kudurmuşsunuz.
  +Sanmıyorum. Bence, davranışlarının bir açıklaması olmayan kişiye deli denir. Ben ise, kendiminkileri baştan sona açıklayabilirim. ''

'' Daha önce beni öldüren olmadı. Belki de çok hoş bir şeydir.  İnsan, tatmadığı duygular hakkında önyargılı davranmamalıdır. ''

'' Dostum, kendini bu denli kısır özelliklerle tanımlamana bakılırsa, çözülmesi güç biri değilsin. Bu, insanın beyninin alışılmış bir özelliğidir. İşin özüyle uğraşmamak için ayrıntılarla uğraşırsın. ''


   Bol kitaplı günlere

Geç oldu güç oldu ama Sonunda Bitiriyorum! 28. 29. ve 30. Gün Cevapları ile Book Challenge

 Ya bir kaç gündür aklımda, bir şeyi unutuyorum, bir şeyi unutuyorum, ne unutuyorum? diye dolaştım. Sonra bugün bloga bir gireyim dedim ki meğer meydan okumayı bitirmeyi unutmuşum. Ne güzel hafızam var di mi? :) Herkes - kimisi biraz geç, kimisi 2 3günde bir yazarak da olsa - bitirdi hatta başka mimlere geçti ben daha yeni bitiriyorum. Olsun, kurallara uyamasam da, tamamen aklımdan çıkmış olsa da, her bir yazı için ben ayrı ayrı eğlendim, başkalarının yazdıklarını takip etmekten ayrı keyif aldım, çokça da okunacak yazar/kitap ekledim. Bu meydan okumayı bize getiren sevgili Zihin'e kocaman teşekkürlerimi sunuyorum :) Haydi bitirelim bakalım..


28. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Kitap Adı?

Benim Cevabım: Georges Perec - Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?


Georges Perec çok sevdiğim bir yazar, ancak bu kitabını henüz okumuş değilim. Kitabın adına o kadar aşığım ki, ya hayalkırıklığına uğrarsam, ya içeriği adı kadar güzel değilse diye kendisini okuyamıyorum. Hatta gidon ve kromaj ne demek onu bile bilmiyorum! Ama bilmece, tekerleme gibi ismi var, söyle söyle eğlen .. :)


29. Günün Sorusu: Herkesin Nefret Ettiği Ama Sizin Sevdiğiniz Bir Kitap?

Benim Cevabım: Böyle bir kitap yok sanırım. Yani düşünüyorum düşünüyorum ama çok sevdiğim ve etrafımdakilerin bu ne biçim kitap dediği ya da sevmediği bir kitap bulamadım. Es geçiyoruz o yüzden şimdilik bunu. Bir gün olursa eklerim ^^



30. Günün Sorusu: En en en Sevdiğiniz Kitap? :)

Benim Cevabım:  Ay bu nasıl zor soru!  Benim sanırım tek bir en sevdiğim, tüm zamanların en iyisi'm yok (Heyt, kelimeye gel.. ) Her ruh halimin, yarattığım her alt benliğimin ayrı ayrı kendi en en en sevdikleri var. İçimdeki fantastik dünya sevdalısı çocuk için Harry Potter her zaman en başta olacak mesela. Bezgin ve depresif parçamın her daim yanından ayırmadığı kitap ise Huzursuzluğun Kitabı. Küçük Prens de mutluluğa ve umuda ve gülümsemelere ihtiyacım olan zamanların en sevileni. Mine Söğüt'ün kitapları kendimi araba çarpmış gibi hissetmek, her ne duygudurumu içerisindeysem ondan sıyrılmak için birebir. Öykülere ihtiyacım olduğunda Etgar Keret yanıbaşımda, insan beynine merakım kabardığındaysa Oliver Sacks ilk sıradaki yerini alıyor. Ve eminim ki, daha çok okudukça, yazar keşfettikçe ( 300e yakın kitap anca okumuşumdur zira, utanarak söylüyorum.. ) en en sevdiklerim de artacak. Ayrım yapamıyorum malesef aralarında ve hiç bir zaman da yapamayacağım. O yüzden affınızı dileyerek koskoca meydan okumanın en afilli sorusunu en saçma şekilde bitiriyorum. ^^

Bol kitaplı günler ve geceler size ^^

16 Ekim 2014

26. ve 27. Gün, Okudum Değiştim & İşte Bunu Beklemiyordum

Meydan Okumanın 26. Gün Sorusu: Bir Konuda Düşüncenizi Değiştiren Kitap?

Benim Cevabım:  Murat Bardakçı - Osmanlı'da Seks


Bu kitabı da romandan saymıyoruz ama, şahsen benim Osmanlı ile ilgili pek çok düşüncemi değiştirdiğini söyleyebilirim. Özellikle Nasreddin Hoca Fıkralarının orijinal halleri, cinsel hayatla ilgili tavsiyeler veren kitapları, yazılan çizilen son derece açık şiirler ve tasvirleriyle Osmanlı döneminin farklı bir boyutuna göz atmak isterseniz okuyun derim.


27. Günün Sorusu:  En Şaşırtıcı Sona Sahip Kitap?

Benim Cevabım: Bu cevap için olmayan hafızamı baya zorladım ama bak burada çok şaşırmıştım diyeceğim bir kitap bulamadım maalesef. Ki bunun nedeni de olmayan hafızam kelimelerinde açıkça görülebilir ^^
 Ama yakın bir zamanda okuduğum ve meydan okumanın önceki günlerinden birinde cevap verdiğim Wayne Macauley - Aşçı adlı kitabını seçebilirim. Belki çoğu kişi için sürpriz ya da çok beklenmedik bir son olarak gelmeyebilir ama son sayfalarda ağzım açık kalarak okuduğumu düşünürsek benim için öyle ^^  Ayrıca hafızam daha geriye gitmeme de izin vermiyor, ne yapalım ^^


24. ve 25. Gün, Keşke Daha Fazla Okunsa & En Çok Sana Benziyorum

Eveet meydan okumamız 2 gün önce bitti ve benim daha 7 günlük sorum var. Günler ilerledikçe nedense hafızam da iyice köreldi ve doğru düzgün cevap bulamaz oldum. Ama kararlıyım, gecikmiş de olsa bitireceğim ^^


24. Günün Sorusu: Keşke Daha Çok İnsan Okusaydı Dediğiniz Bir Kitap?

Benim Cevabım:  Aslında şöyle bir durum var, çok severek beğenerek okuduğum bir kitap ya da yazar söz konususysa, keşke daha çok insan okusun diye düşünmedim hiç. Daha çok keşfimi kendime saklamayı seviyorum sanırım. Hele herkes tarafından sevilmeye ve popülerleşmeye başladığında yaşadığım soğumayı ve kıskançlığı anlatamam. Size de oluyor mu böyle? Yalnız değilimdir değil mi :(

Ama illa ki cevap vermek gerekirse, George Ryley Scott'un İşkencenin Tarihi adlı kitabını seçebilirim.


Evet İşkencenin Tarihi bir roman değil, herkese hitap edip ilgisini çekecek bir kitap hiç değil. Ama daha çok insanın okumasını isterdim. Şahsen, tarihin bize anlatılan kısmındansa, insanların yaşantısını kültürünü ve psikolojisini yansıtan kitapları çok seviyorum. Bu kitap da ilk zamanlardan vahşi ırklardan günümüze kadar gelen işkencenin gelişimini, nedenlerini anlatan ve bir noktada insanlığımızı sorgulayan bir kitap. Üstelik hemen her bölümde ayrıntılı olarak o dönemin işkence çeşitlerini bulmak mümkün ( Herkese hitap etmemesinin sebeplerinden biri de bu sanırım. ) Yine de meraklısı için bulunmaz bir hazine olduğunu düşünüyorum, ve geçmişin vahşetine gerçekçi bir bakış açısı sunduğu için de daha çok insanın okumasını istiyorum.



25. Günün Sorusu: Kendinizi En Çok Bağdaştırdığınız Kitap Karakteri?

Benim Cevabım: Esther Greenwood  (Sylvia Plath - Sırça Fanus)



Sylvia, şu zamana kadar kendimi en çok özdeşleştirdiğim, cümlelerinde kendimi bulduğum ve şiirlerinde yaşattığı her duyguyu fazlasıyla yaşadığım bir yazar/şair. Öyle ki kendimi kötü hissettiğim zamanlarda Günlüklerinden bir kaç sayfa açar, aslında umutsuzlukla dolu olsa da o paragraflarında yeniden iyi hissetmeye başlarım. Kendisinin tek ve en bilinen otobiyografik romanının karakteri Esther de doğal olarak kendimi en çok bağdaştırabileceğim karakter. Onun sırça fanusunda kısılıp kalmışlığı, bir gidip bir gelen depresiflikleri, kendini bir türlü hayatla ve içindekilerle bağdaştıramaması, bocalamaları ve yalnızlığı, sanırım uzun yıllar - belki de ölene kadar - benim de hep içinde bulunacağım hissiyatlar. Bir kaç alıntıyla ( evet bunu hep yapıyorum ^^ ) derdimi daha iyi anlatabilirim sanırım.

" İçlerinden hangisinin konuştuğunu saptamaya çalıştım. bir insan topluluğuyla konuşmaktan nefret ederim. bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, "iyiyim" demenizi beklemeleridir."

“Uzaklarda kusursuz bir erkek görüyor ama o erkeğin yakına gelir gelmez hiç de uygun biri olmadığını anlıyordum… Hiç evlenmek istemeyişimin nedenlerinden biri de buydu. Hayatta en son istediğim şey sonsuz güvenceye kavuşmak ve okların atıldığı yay olmaktı. Ben değişiklik ve heyecan istiyordum. Dört Temmuz bayramındaki havai fişeklerden fışkıran rengârenk kıvılcımlar gibi her yöne atılmak istiyordum.”


'' Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. İncirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı.Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum. Ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı isityordum incirlerin ama birirni seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı.  ''

Ve Son Olarak:

'' İstediğim bütün kitapları okuyamam; olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem… İstediğim bütün becerileri edinemem. öyleyse ne istiyorum? Yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım. ''     


13 Ekim 2014

20. 21. 22. ve 23. Gün

Evet meydan okumanın bitmesine bir gün kalmış ama ben daha 20. gündeyim, üşengeçliğime selamlar ^^

20. Günün Sorusu: Favori Aşk Romanınız?

Benim Cevabım: Elif Şafak - Aşk dermişim sşldfdssdf. Ya o kadar zorluyorum hafızamı, kitap listelerime bakıyorum ama aşk romanı diye adlandırabileceğim ya da aklımda kalan güzel bir aşkı işleyen hiç kitap bulamadım. Kolaya kaçmıyorum vallahi, kafa patlattım o kadar ama yok işte :/ Odunsam demek ki.

21. Günün Sorusu: Okuduğunuzu Hatırladığınız İlk Kitap?

Benim Cevabım: Sanıyorum Christy Brown - Sol Ayağım idi. Ama bunun dışında hiç bir şeyini hatırlamıyorum malesef :/



22. Günün Sorusu: Sizi Ağlatan Bir Kitap?

Benim Cevabım: Harry Potter - Melez Prens. 


 Evet şimdi kolaya kaçıyorum işte :) Dumbledore'un ölümüyle gözyaşlarına boğulmayan bizden değildir. ^^


23. Günün Sorusu: Uzun zamandır okumak isteyip de okuyamadığınız bir kitap?

Benim Cevabım: Aslında çoğu klasik eseri bu soruya cevap olarak seçebilirim, efendim Dostoyevskiler Tolstoylar Çehovlar Hemingwayler bunların çoğunu okumadım. Ve Zihnin Arka Sokakları sağolsun bir süredir içimde Virgina Woolf'a karşı derin bir merak uyandı, onu da hala okuyabilmiş değilim. Ama şu an için en çok okumak istediğim kitap ve cevabım ' Doctor Who - Shada ' olacak. Okuyamamak değil de, okuyup bitmesini ve ilk kez okumanın vereceği heyecanı olabildiğince ertelemek istemekten kaynaklanıyor. Haftalardır, o bana, ben ona, birbirimize uzaktan bakarak vakit geçiriyoruz. Bakalım ne zaman atacağım elimi ^^

7 Ekim 2014

18. ve 19. Gün

19. Günün Sorusu: Sizi Hayal Kırıklığına Uğratan Bir Kitap?

Benim Cevabım: Jean Teule - İntihar Dükkanı


Bu kitabı bir blogda görerek almaya karar vermiştim. Konusu çokça ilgimi çekmişti ve bir kaç yorumu da inceleyince büyük beklentiler içine girerek aldım. Ama neden bilmiyorum, herkesin bayılarak okuduğu bu kitabı ben bir türlü sevemedim. Beklediğim etkiyi vermedi, konular ve hatta bazen cümleler birbirinden oldukça kopuktu ve sonuna kadar okuyabilmek için cidden zorlandım. Sanırım bunda çevirinin etkisi büyük ve belki biraz da beklentilerimin yüksekliği, ama sonuç olarak intihar dükkanı beni hayal kırıklığına uğratan kitaplar arasında baş sırada yerini aldı.


19. Günün Sorusu: Filme Çekilmiş En Sevdiğim Kitap?

Benim Cevabım: Kolaya kaçıyorum ama yapacak bir şey yok, Yüzüklerin Efendisi - Kralın Dönüşü ^^



Çok tatlı değil mi ya? Al eve besle ^^


Yine geriden takip ederek geldiğim Challenge'ın 20. Gününde görüşmek üzere ^^

1 Ekim 2014

Meydan Okuma 16. ve 17. Gün

16. Günün Sorusu: En sevdiğiniz Kadın Karakter?

Benim Cevabım: Sahilde Kafka, Saeki Hanım


Sahilde Kafka, Murakami'nin açık ara en sevdiğim kitabı. Saeki Hanım'sa şu an aklıma gelenlerden en sevdiğim kadın karakter. Güçlü bir kadın değil belki, hepimizin görmek istediği bir şeyler başaran, kendi ayakları üzerinde durmayı becerebilen, mantıklı bir 'kahraman' profili çizmiyor ama sanırım onda kendimi buluyorum. Gençliğinde yaşadığı aşkın izlerine tutunup, geçmişte yaşayan ve anılarının lanetinden kurtulamayan Saeki Hanım'ı kendime çok benzetiyorum. Söyledikleri, hissettikleri, hüzünle karışık bir tanıdıklık hissi veriyor bana. Bu yüzden de çok seviyorum, onu ve asla onarılamayacak kırıklıklarını.
 Kitabı okuyalı uzun zaman oldu o yüzden ayrıntılı bir şekilde anlatamayacağım, en iyisi yine alıntıların gücüne başvurayım ben ^^

 Ben de on beş yaşımdayken özel bir dünyam olsun istemiştim” dedi Saeki Hanım gülümseyerek. “Hiç kimsenin uzanamayacağı, zaman akışının durduğu bir yer.”
“Fakat bu dünyada öyle bir yer yok.”

“Haklısın. O yüzden ben de böyle yaşıyorum işte. Yaralar almaya devam ettiğim, yüreğimin her gün biraz daha değiştiği, zamanın durup dinlenmeden akıp gittiği bir dünyada.”

 Saeki Hanım masanın üstündeki ellerine bakıp sonra da Nakata’nın yüzüne baktı. “Anılar, insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zamanda insanın içini lime lime de edebilirler.”
Nakata başını iki yana salladı. “Zor bir sorun. Anının ne olduğunu bendeniz Nakata tam olarak anlayamadım. Bendeniz Nakata için şimdiki zamandan başka bir şey yoktur.”

“Nedendir bilmem, bense tam tersiyim” dedi Saeki Hanım.

Sembolize ettiği şey belirli bir zaman, belirli bir yer olmalıydı. Elbette, belirli bir ruh hali. Şans eseri
bir karşılaşmadan çıkarılıp getirilmiş bir ruh gibiydi işte. Asla kirlenmeyecek, ebediyen çocuksu ve masum anılar onun çevresini bahar havası gibi sarmıştı sanki.

“Saeki Hanım’ın yaşamı, oğlanın öldüğü yirmi yaş noktasında donup kalmış âdeta. Hayır, o nokta belki de yirmi yaş noktası değil, biraz öncesidir. İşin orasını tam olarak bilemiyorum. Fakat senin bunu aklına kazıman gerek. Onun ruhuna çakılan saatin ibresi, oralarda bir yerde durmuş. Elbette, dışarıdaki zaman her zamanki gibi akıp gidiyor, ama o bu akıştan etkilenmiyor gibi. Saeki Hanım için zaman neredeyse önemsizdir.”


17. Günün Sorusu: Favori Kitabınızın Favori Alıntısı?

Benim Cevabım: Fernando Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı'ndan geliyor,

“Ben böyleyim işte, işe yaramaz ve duyarlıyım, ister iyi olsun ister kötü, soylusundan ya da bayağısından bütün coşkulara olanca varlığımla kaptırabilirim kendimi – ne var ki asla kalıcı bir duygu, asla ruhun özüne nüfuz eden, kalıcı bir heyecan duyamam. (…) Her şey ilgimi çeker, ama hiçbir şey beni avucunda tutamaz. Durmaksızın düş kurarak, yapılmadık iş bırakmam; karşımda konuşan kişinin yüzündeki mimikleri en ince ayrıntısına kadar yakalarım, cümlelerindeki milimetrik sapmaları fark ederim; ne var ki, duyduğum halde asla onu dinlemez, bambaşka şeyler düşünürüm ve aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım, o sırada sarf edilen sözler olur – hem onunkiler hem benimkiler.”

 Bu paragraf tam anlamıyla beni anlatıyor. Pessoa'ya bir kez daha bir hissiyatı söylenebilecek en güzel şekilde tarif ettiği için hayranlık duyuyorum ve izninizle kendime torpil geçip aynı kitaptan bir alıntı daha paylaşıyorum ^^

“İnsan, ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir; ilk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları.”

Meydan Okuma 14. ve 15. Gün

14. Günün Sorusu: Filmi Çekilen ve Mahvedilen Bir Kitap?

Benim Cevabım: Tabi ki Harry Potter!


Tamam, filmler - o kadar da- kötü değil. Yani çok fazla değil. Kitapları okumamış biri için fena bile sayılmaz. Ama bendeniz her bir kitabı en az iki kere okuyup ardından filmleriyle karşılaştırma yaptığımı düşünürsek - evet, çok boş vaktim var - benim için onlar tam bir işkence!

İlk film ve son filmle pek bir alıp veremediğim yok, genel olarak kitaplarıyla paralel gidiyorlar ama arada kalan filmler, ah o filmler... Bir kitabı filme uyarlarken bazı çıkarmalar yapılmasını, yeniden düzenlenmesini vs anlarım. Sinema öğrencisiydim neticede, neyin nasıl yapılması gerektiğine dair az çok bir fikrim var. Ama insan uyarlıyorum derken bu kadar saçmalar mı ya? Misal Hermione'nin E.R.İ.T mücadelesi, Kreacher'ın Harry'ye itaat etmeye başlaması, bir noktadan sonra Harry'nin teyzesiyle arasında gelişenler, Harry'nin her yaz o eve dönmek zorunda oluşunun nedenler, Dudley'nin bile çok az da olsa tavırlarının değişimi, Voldemort'un ismini ananların takipte olması ve üçlümüzün bu sebepten yakalanması vs vs bunlar hiç yok!1! Aklıma gelen belli başlı olaylar bunlar, ama çok daha fazlası var tabi. Filmlerde o kadar gerekli yerleri çıkarılmış ve o kadar gereksiz şeyler eklenmiş ki, konular atlaya atlaya falan gidiyor. Sadece filmleri izlemiş olsam eminim çoğu mantıksız gelirdi ve böyle bir Harry Potter hayranı olmazdım. O yüzden lütfen, Potter'a çocuk filmi o, çok saçma o şöyle böyle diyen arkadaşlar kitaplarını okuyup yeniden bir şans versinler ^^

P.s. Ana üçlümüzün oyunculuklarını da hiç beğenmiyorum! Huh.



15. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Erkek Karakter?

Benim Cevabım: Harry Potter - Severus Snape


Kolaya kaçıyor gibi görünmek istemem ama bana bıraksanız bu meydan okumanın her gününü Harry Potter'la doldurabilirim sanırım. Okuduğum kitaplardaki karakterleri doğru düzgün hatırlamayışımla kesinlikle alakası yok. Zaten çok sevdiğim bir karakter olsa unutmazdım di mi ^^

Evet Snape'e başından itibaren fazlasıyla sinir olduğum doğrudur. Ama aynı zamanda ilk kitaptan itibaren Harry'yi bir anlamda koruduğunun da farkındaydım. Ne olmuş çocuğa bir bok parçası gibi davranıyorsa? Ne olmuş kendi sınıfını kayırıyor ve sevmediği herkese cehennem azabı yaşatıyorsa? Ne olmuş bir zamanlar Ölüm Yiyen idiyse? İnandığı doğrulardan hiç bir zaman şaşmayan, Dumbledore'a olan sadakatiyle hepimizi şaşırtan, gençliğinde çok fazla itilip kakılmasının ve dışlanmasının sonucu olarak korumacı ve soğuk bir insana dönüşen Snape'i sevmemek elde değil. Ayrıca kendisi bir aşk adamı! Harry her ne kadar onun en büyük düşmanını hatırlatsa da, ona kötü davransa da, Lily'ye olan aşkını bize ve Dumbledore'a kanıtlıyor, ve sevdiği kadının hatırası adına Harry'yi korumaktan hiç vazgeçmiyor.Adam gibi adam Snape. Unutmayalım, unutturmayalım! ^^

Kitap Meydan Okuması 12. ve 13. Gün

 Merhabaa!

Küçük bir internet probleminden dolayı bu sefer 1değil 2değil bir kaç gün birden geride kaldım. Nedense bir gün bile kaçırıp yazmasam kendimi kötü hissediyorum, galiba bu challengela aramızda bir bağ oluşmaya başladı o.O O yüzden hemen telafiye geçiyorum ^^

12. Günün Sorusu: Hem Sevdiğiniz Hem Nefret Ettiğiniz Kitap Hangisi?

Benim Cevabım: Frank Schatzing - Sürü


Hayatımın bir bölümü vardı ki, sürekli çoksatan listesinden kitaplar okuyordum. Adı sanı bilinmeyen 2 günde unutulacak yazar ve kitaplara fazla itima etmedim ama bu bir gerçek, pişman da değilim ^^

Sürü bu soruya tam bir cevap niteliğinde değil aslında, aynı anda hem sevip hem sevmediğim bir kitap olarak düşünebiliriz. Baya uzun bir kitap, aslında gerçekten sevdim ama ilk 200-300 sayfası o kadar ağır ilerliyor o kadar olaysız ve düz geçiyordu ki kitabın bir kısmından gerçekten bunalmamı sağladı. Eğer bu unsuru saymazsanız ve ben kitabın dörtte birinde yeteeer bu nasıl kitap demeyi göze alıyorsanız geri kalanında gerçekten sürükleyici bi okuma sizi bekliyor, önerebilirim ^^


13. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Yazar Hangisi?

Benim Cevabım: Hmm. Hımm. Hımmm.

Sanırım meydan okumanın en zor sorusu bu, en sevdiğim yazar olarak tek bir kişiyi seçemiyorum çünkü! Sylvia Plath'i, yazarlığından çok şairliği ön planda olduğundan bu cevaba yazmıyorum. Ama kendisi benim favorilerimden ( şiirlerinden birisi vücuduma dövme olarak çoktan kazındı bile )

David Foster Wallace, Georges Perec, Mine Söğüt, Amelie Nothomb da en sevdiklerimden.
Ama sanırım bir kişi seçmem gerekirse içinde bulunduğumuz dönem için cevabım Haruki Murakami olacak.


Kendisiyle tanışalı 1 yıldan biraz daha uzun bir süre oldu. Ama bu kısa süre onu en sevdiğim yazarlar listesine koymaya engel değil ^^ Büyülü anlatımı, hayal gücü, kitaplarında yarattığı fantastik, aynı zamanda gerçek dünyalar.. Karakterlerinin hemen hepsinin kendine özgü olması, entelektüel karakterlerin fazlaca bulunması. Kitap sevgisinin, kaliteli müziğin ve kedilerin eksik olmadığı hikayeler.. Sanırım sevmem için yetiyor da artıyor bile :) Okuyun Murakami'yi, ne dediğimi anlayacaksınız ^^

“ Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir. Bu her şeyde böyle olur. Benim sıkılmaya harcayacak zamanım var, ama bir şeylerden bıkmaya harcayacak zamanım yok. Çoğu insan bu ikisi arasındaki ayrımı yapamaz.”

“ Yerine göre, kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yönünü değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer. Sen de, ondan kurtulmak için ayağını bastığın yeri değiştirirsin. Bunun üzerine fırtına da sana ayak uydurmak için yönünü değiştirir. Bir kez daha bastığın yeri değiştirirsin. Tekrar tekrar, sanki şafaktan hemen önce ölüm tanrısıyla yapılan uğursuz bir dans gibi, aynı şey tekrarlanıp gider. Neden dersen, o fırtına uzaklardan çıkıp gelmiş herhangi bir şeyden farklıdır da ondan. O fırtına aslında sensindir. O yüzden yapabileceğin tek şey, teslim olup ayağını dosdoğru fırtınanın içine daldırarak, gözlerini kum girmeyecek şekilde sımsıkı kapatıp adım adım fırtınanın içinden geçmektir. Orada, muhtemelen ne güneş ne de ay, hatta ne yön ne de zaman vardır. Orada, kemikleri bile parçalayacak kadar keskin beyaz kum tanecikleri gökyüzünde dans eder. İşte öyle bir kum fırtınası canlandır gözünde.''   

“ Birçok şeyin seninle ilgisi yok. Benimle de ilgisi yok. Ne kehanetle ne de lanetle ilgili. Ne DNA’yla ne de düzensizlikle. Yapısalcılık yüzünden olmadığı gibi, üçüncü sanayi devrimi yüzünden de değil. Hepimizin böyle çöküp gitmesi, dünyanın kurgusunun çöküş ve yitim üzerine kurulu olmasından. Bizim varlığımız o prensibin gölgesinden başka bir şey değil. Rüzgâr eser. Hırçın rüzgârlar da vardır, insanın ruhunu okşayan rüzgârlar da. Fakat tüm rüzgârlar, gün gelir yitip gider.''

“Aşk dediğin, dünyayı yeniden inşa etmek demektir. O yüzden, insana her şeyi yaptırabilir.”